Bugün - Tuesday, March 19, 2024
Foto Galeri
Video Galeri
Firma Rehberi
Künye
Reklamlar
Üye İşlem
 Bize Ulasin
www.musikidergisi.com Logo
-
İstanbul 27°°C
Yazar Detayları

Ayhan Sarı

Ayhan Sarı - 7’sinden 70’ine Türk müziği bütünlüğünde saplantılar/bölünmeler...

7’sinden 70’ine Türk müziği bütünlüğünde saplantılar/bölünmeler...
Yazı Tarihi: Friday, May 19, 2017

Müziğin eğitimi öteden beri tartışılır. Belli bir kesimin kendine göre bildiğini tek yanlı uyguladığı bir alan olmuştur müzik. Yerelden evrensele kompleksi aşılamamıştır. 1828’den günümüze giderek çeşitlenen Türk müziği (TSM değğl) 2000’lerde doruğunu yaşar bir hal almışsa da sözkonusu çeşitlilik temelin her  parçasını biraz daha yontar olmuştur. Buna “temel giderek zayıflıyor” demek de mümkündür, “yeni Türk müziğinin temeli atılıyor” da…  

Devlet koroları, senfoni orkestraları Türk sanat müziği (bilinen TSM değil, Türkiye’de senfoniğinden gelenekseline yapılan sanatsal müzikler! "Türk dilinde kavram anarşistleri"ni ayrıca düşünmek, çözümlemek gerek.) ile ilgili seyirci sayısında azalma, niteliksiz hobi korolarının çoğalması.

. . .

Artık biliyoruz ki 150-200 yıldır uygulanan devlet anlayışının sanat dayatması, ne müzikte, ne resimde/heykelde, ne de tiyatroda tutmadı.

Halk ile sanat arasında bir anlaşmazlık oluştu..

Birbirini kabul etmeme, reddetme giderek arttı.

Soruna dikkat çekilemedi.

Gelişme zaman kavramının algılanması için bir örnek: 

"Wright kardeşler 1903 yılında geliştirdikleri motorlu uçakla ilk kez uçtu. 66 yıl sonra, 1969 yılında Amerikalılar Ay'a indi!.."

. . .

Devletteki müziğin yöneticileri ve oluşturdukları yönetim kadroları (o yöneticiyi sonradan altına seçtiği kadrolar mı seçtiriyor, yoksa o yönetici seçildikten sonra kendisini seçtirenleri bir yana bırakıp yeni alt kadro mu seçiyor? Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı… ?..) bildiklerini okuyorlar.

Yönetici/yöneticilerin bildiklerini okumaları doğal.

Asıl soru:  “Kim okutturuyor?”

Türkiye’de müzik eğitimi bir bütün olarak ele alınamamış yıllar yılı. Çünkü bu bütünlük içinde birbirine ulaşmaz kanallar var. . .

Devlet anlayışında müzik bölünmesi  Cumhuriyet’in ilanından ortalama 100 yıl önce 1828’de “Muzika-yı Humayun” yani ilk devlet konservatuarının kurulması ile başlamış, (1859'da ilk devlet tiyatrosu olan Dolmabahçe Saray Tiyatrosu açılmış 4 yıl faaliyet gösterebilmiş, yangın sonrasında desteklenmemiş, onarılmamış, mecburen kapanmak zorunda kalmış) Cumhuriyet ile devam etmiştir.

Bugün durumda bir değişikliğin olmadığı görülmektedir.

20.yy başlarında bir ara 10-12 yıl gibi kısa bir süreyle (1914'de kurulan Dar-ül Bedayi'nin müzik bölümlerini gözardı edenlerin yanısıra, Muzıka-yı Humayun'u boş geçip, Dar-ül Elhan'a ilk konservatuar diyerek prim yapacaklarını zannedenler var... Giuseppe Donizetti'nin (*) İtalya'dan gelerek kırbaç kullanma dahil geniş yetkiyle eğitimine başladığı Muzika-yı Humayun bandosunda ellerine bakır üfleme çalgıları tutturduğu Osmanlı Saray Müzisyenleri bu çalgıları analarının karnında mı öğrendiler? Veya Muzika-yı Humayun'da çalgı öğretimi Halk eğitim kursu gibi birşey miydi?) Dar-ül Elhan (**) devreye girdiyse de (1917) kadrosu –devrin GTM (geleneksel Türk müziği) uğraşanları arasından- nitelikli olmasına, geleneğin 20.yy’a aktarımında eğitimsel köprü görevi görebilecek yeterlikte bulunmasına karşın gerek 1. Dünya Savaşı, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu olması nedeniyle diğer coğrafi bölgesel siyasi çalkantılar ve Cumhuriyet dönemi uygulamaları; (örneğin GTM eğitiminin 1926-43 arasında -2 yıllık radyo yasağını saymıyorum, çünkü onun etkisi diğer uygulamaların yanında hafiftir, zira o zaman kaç kişinin evinde radyo vardı ki? Radyo o zamanlar müzik dinleme değil, kahvehanelerde 'ajans sesleme' aracıydı- Philips ve diğer radyo marka firmaların radyo yasağının kaldırılması konusunda çabaları henüz araştırılmamıştır17 yıl süren GTM eğitim yasağı dahi, 1828’de başlayan aynı içerikteki yasak kadar etkili olmamıştır.

Devletin Türk musikisi ilgisizliği/yasağı 1926-43 değil, 1828-1943 olarak tesbit ve kabul edilmelidir. 

Bu “tesbit” yıllardır doğru yapılamamış/yapılmamaktadır.

Eğer 1828’de batı müziği yerine GTM’nin akademikleşme  ve konservatuarlaşma yönünde örneğin hala çözemediğimiz eser ve türkülerimizin notaya alınmasının başlatılması, nota yazımının dünya ile entegre olması, metod, çalgıların gelişimi, orkestra, bestecilik  gibi konularda sağlam, akıllı, geleceği gören bir temel atılsa idi, biz halihazırda yaşadığımız GTM uğraşanları açısından güvensizlik/birbirini kabul etmeme/uygulama hataları sorunlarının hemen hiçbirini yaşamıyor olacaktık.

Cumhuriyet ilk yıllarında uygulanan 17 yıllık GTM eğitim yasağı 1828’den 1926’ya kadar gelen hemen 100 yıllık süreç sonucu ortaya çıkan yozlaşmanın bir sonucudur.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 800 yıllık müzik kurumu mehter takımı geleneğimizden ve 1000 yıllık İslamiyet  inanç hayatımızdan günümüze kala kala aşağı yukarı 100’er mehter ezgisi ve ilahi kalabilmiştir.

Geleneksel Türk müziği eserlerini/türkülerini notaya alma çalışmaları Muzika-yı Humayun’da, yani Cumhuriyet döneminden(1926) 100 yıl önce başlatılsa idi, sayı bu kadar az olur muydu?

Birçok GTM eseri ve türküsü, hatta mehter ezgileri, ilahiler bu 100 yıllık süreçte yok olmuştur. 

Peki, 1828'de bando yerine GTM çalgılarının geliştirilmesi ve Türk müziği orkestrası oluşturulma çalışmaları başlasaydı… Burada aynı şey Cumhuriyet dönemi için de geçerli.

Muzıka-yı Humayun’da notaya alma çalışmalarının başlatılmaması, geleneksel Türk müziği uğraşanlarının kendi hallerine bırakılması, o eserleri bilenlerin bildiklerini aktaramadan öte aleme göçmesi nedeniyle aktarım silsilesi bozulmuş, birçok köprü yıkılmıştır. Bu bozulma ve yıpranmanın neticesi birçok eser ve türkümüzün  unutulması olmuştur.

Sözkonusu yüzyıllık unutulma ve  notasızlık hastalığının tedavisi 1926’da Cumhuriyet ile birlikte kurulan Tasnif ve Tesbit Heyeti’nin yaptığı  -Dar-ül Elhan dar nota yayınları sonrası- ilk notaya almalar ile sağlanmaya çalışılsa da Heyet Üyelerinin aralarında çıkan tartışmalar, heyetin ömrünün kısa sürmesi  (heyettekilerin çalışması,  kendi aralarında ilişkiler, devletin onlara biçtiği ömür veya başka  sebebler)  yüzünden yeterli olmamıştır.

Müzik hayatımız açısından bir dönüm noktası olan Tasnif ve Tesbit Heyeti‘nin mevcudiyeti, bu heyette istifaya varacak derecede yaşanan tartışmalar ve bu heyetin notaya aldığı eserlerin doğruluğu hakkında söylentiden/anılardan öte bilimsel gerçekliği olan yeterli detay bilgimiz yoktur. Araştırma da yapılmamıştır. Heyet içindeki "benim okuduğum doğru, seninki yanlış" tarzındaki çekişmeler -GTM notalarının bugünkü durumu ve devlet GTM müzik kurumlarında hala yaşanan nota düzeltme mücadeleleri gözönüne getirildiğinde- çözülmüş görünmemektedir. 23 adet ünevirsitede bulunan müzikoloji bölümlerimiz konu ile ilgilenebilir...

GTM dağarını derleme çalışmalarına Muzika-yı Humayun’da başlanmayarak 1926’ya değin geçen 100 yılda büyük bir repertuar kaybına sebebiyet verilmiştir.

Cumhuriyet döneminde derleme çalışmalarına başlanmasına karşın o zamandan bu zamana kendi yaşadığımız yörelerden tanığız ki, türkülerimizin yarısı yok olmuştur.

Toplam THM repertuarımız nasıl beş-on bin türküden meydana gelebilir ki?

. . .

2017'de Dar-ül Elhan'ın 100. yılını kutlayan müzik kurumu toplantı ve konserleri var. "Osmanlı katıldığı 1. Dünya Savaşı'nda bile konservatuar kurmuş" desek iyi olurdu ama durum maalesef öyle değil. 

Bugün kimilerinin Cumhuriyet öncesine gönderme yaparak o çözülmemiş gösterdikleri gizemi(!) sanki çok önemliymiş -resmi olarak topu topu 9 yıllık üstelik devletin en çalkantılı, sanatı düşünemiyecek bir durumda bulunduğu kısacık ömründe- büyük işler yapılmış gibi Dar-ül Elhan ismini kullanmaya, yüzeysel bilgilerle alternatif müzik eğitimi şiar modalarından biri haline getirmeye kalkıştıkları görülmektedir.

İşte içiboş şaşalı slogan üreten birkaç kişinin içiboş söylemlerinden biri daha. Dikkati çeken nokta içiboş şaşalı slogancılar değil, an ve de şanlarıyla bunların peşlerinden giden müzik uğraşanlarımız.

İçi boş, kulağa gelmesi hoş slogan söylemler”  havada uçuşurken, kimi  cahillerin de bu “içi boş kulağa gelmesi hoş slogan söylemler”e önem verip dikkate aldığının emareleri,  yeni bir çıkmaza, faydasız geçecek boş yıllara gittiğimizin göstergesidir.

Dar-ül Elhan (*** ve 4*) müzik tarihimizde içimizde yarım kalmış bir uhdeden başka bir şey değildir. Ayrıca belirtmeli ki Dar-ül Elhan'ın ile yerine kurulan İstanbul Belediye Konservatuarı'nın ne kadrosu, ne müfredat programı -batı müziği eğitiminden gayrı- hiçbirşeyi aynı değildir.

Dar-ül Elhan'ın isminin -Arapça kelimeleri işitmeleriyle o kelimelerin kendi Türkçe dilinde bulamadığı, -sözümona- derin anlamlarında debelenen kişilere- hoş gelmesi başka birşeydir.

Aksine biz niye “böyle küçük şeylerle gaza gelip, gelişme sağlama ivmesi için bunları kullanmak zorundayız”ı sorgulamak gerek.

Şimdi "Dar-ül Elhan" onların kulaklarına hoş geliyor.

Tiyatrocular da aynı kurumun bir başka şubesi "Dar-ül Bedayi"yi böyle ütopikleştiriyorlar.

Öyle olağanüstü bir dönemde müziği mi, devleti mi düşünmek gerekir sorusu da akla gelmiyor değil...

Çünkü Payitaht İstanbul 13 Kasım 1918'de 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık İtilaf donanmasının 3500 askeri tarafından resmen işgal edilmiş, iki gün sonra 15 Kasım’da bu donanmadaki gemilerin sayısı 167’ye çıkmıştır. İşgal 16 mart 1920'ye değin sürmüştür.

Yani Dar-ül Elhan kurumu 9 yıllık ömrünün 2 yılı "resmi" işgal altında geçmiştir.

Zamanın toplum psikolojisini siz tahmin edin artık.

. . .

Türkiye'deki müzik eğitimi meselesi 1 yaş çocuklarına gösterilen el parmaklarının bir yemek hazırlamasını, serçe parmağın ise "hani bana, hani bana" demesine benzer. Buradaki serçe parmağı geleneksel Türk müziği'dir. 

Özellikle kendine "sanat müziği" diyen, "kaleyi bekleme" söylemleriyle karşımıza çıkan yapı "tutan" görünümü altında "tutunan" bir yapıya dönüşmüştür. Yani "GTM onlar sayesinde değil, onlar GTM sayesinde yaşamaktadırlar." Bunların o batı müziği statükocularından hiçbir farkı yoktur. Çünkü batı müzikçileri hiç olmazsa bilinir.

Sözkonusu kısır döngünün ana sebeblerini algılama sürecine girilmesini bekliyoruz 2000'lerden bu yana... 

. . .

Türkiye müzik hayatımızda müzik klikleşmeleri  –diğer yetkinliklerimizi tamamlamış olsaydık- büyük kazanımımız olabilirdi, ancak şu anki durum birbirini yiyen hücreler yapısında olunca ortada yaşanan sonuç  bir hastalık şeklinde ilerlemektedir.

Bu sebeplerdendir ki  -başta-  eğitim hususuna yön verenlerin (usul/edvar/döngü meşk sisteminde doğup o içten gelen şevk ile hemencecik ezberleniveren besteler -form değil- artık yok olduğu için o eserler çıkmıyor, üretilemiyor. O gönüller kapanmış.) klikleşmesi bu hastalığı kansere dönüştürmüş, hastayı öldürmüştür.

Hasta ölmüştür.

Bunu tesbit etmemiz gerekir.  

Buradaki hasta geleneksel Türk müziğidir.

Bu –güya/sözde istenmeyen-  vefat sonrasında geçmişi iyi, objektif manada tahlil edip yeni bir çizgi oluşturmanın peşinde çalışmalar yapılması gerekirken 1828’de temeli atılan statükonun kalıntıları bugün YÖK’te ÜAK dahil tüm müzik toplantılarında (son toplantı Mayıs 2017 başında ÜAK Sanat Dalları Eğitim Konseyi  adı altında Erzurum’da yapıldı) etkilerini sürdürmekte, atılımın adeta önünü kesmektedir.

Bu üst kuruldakiler hep samimiyetsiz insanlardan seçiliyor herhalde. Onlar da üst kurullardaki yönetici hocalarından böyle gördüler. Kağıt üstüne sonuç yazısı yazmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Yaz, dur; yaz dur. Yahu hiç mi adam çıkmaz. 10 yıllardır kararları kağıda yazıyorlar.  Ama uygulayan yok. Kimse de hesap sormuyor.  Çünkü hiçbirşey yapmazsan, kimse sende birşey bulamaz. Bizimkilerin şiarı bu. Daha nota yazım birlikteliğini beceremediler. Bırakın orkestrayı, besteciliğin kocaman sıfır düzeyini... Adamlar motorlu uçağın bulunuşundan sadece 66 yıl sonra Ay'a ayak basmışlardı. Biz 150 yıldır treni raya sokamıyoruz. Ne uçağı?..

Ay'a mı, yaya mı?..

Bir kez daha müzikte de yaya...

Bekleyin görün, yakında doğudan müzik ithal edeceğiz. 

Bakalım o zaman 150 yıldır batıdan müzik ithali altında kaldıklarını söyleyenler ne diyecek?

. . .

1930’larda Hüseyin Saadettin Arel ile başlayıp 1970’lerde kurumsallaşma temelleri atılan GTM, 1980’ler sonrasında bir el tarafından adeta engellenmiş, 1990’larda daha kurumsallaşamadan önüne adeta bir ket vurulmuştur. 1980’lerde konservatuarların "sanat" değil de "bilim" içeriğiyle bir tutularak üniversiteye bağlanması neticesi oluşan akademik titr hırsı ve titre ulaşmak için YÖK tarafından uygulanan koşulların, yöntemin GTM üzerinde sebeb olduğu kayıp oranı giderek artmaktadır.

Gerek gelenekselin devamı, gerekse gelenekselin ilerlemesi bakımından yetişmiş nitelikli GTM’ciler bir-bir geri plana itilmiş, onların yaşamaması için bir el adeta özel çaba göstermiştir.

Konservatuar akademik kabul ve ilerleme koşullarını o nitelikli GTM’ciler yerine getirememişlerdir. Bu durum GTM'i geliştirme yerine "planlı" yokedişten başka birşey değildir.

Biz bunu bugün 2017’de çok net görebiliyoruz.

Bu duruma sebeb olmuş kişileri/müzik kurumu yöneticileri net bir şekilde isim isim yazılabilir, yazılmalı da.

Çünkü isim-isim bilinmektedirler.

. . .

Durum devam etmektedir.

Gerek Milli Eğitim Bakanlığı, gerekse YÖK’teki kurullar ve dolayısıyla altındakiler kurul toplantıları sırasında birbirlerini ağırlamaktadırlar, hatta denebilir ki birbirlerini ağırlamaktan öteye geçememektedirler. (5*)

Buralarda görev yapanların isimleri, geçmiş eğitimleri, söylemleri, söylemlerinin arkasında ne derece durup durmadıkları, kimin kimi içi boş söylemlerle kandırdığı, yapar görünüp de hiçbirşey yapmadığı yıllar sonra bugün kayıt altına alınmaktadır.

Alınmalıdır…

Son aylarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın orta öğrenimde müzik eğitimi konusunda geleneğe yönelik gelişmeler yaptıklarını basında sayfa sayfa okuduk.

Ama ya içerik?..

Bu GTM’ne önem veren söylemler sonucu uygulamaya konan 2017 tarihli garabetten küçük bir örnek vereyim:

“MEB GTM çalgılarını tanıtıcı kitap yayımı için görevlendirmeler yapmış, bu alanda  -Antalya’da/İstanbul’da vs-  toplantılar gerçekleştirmiş ama çalgı ile hiç alakası olmayan öğretmenleri -eğitimde kullanım maksadıyla ilgili çalgı kitabını yazmak üzere- görevlendirmiş, onlar da görev manasında kabul etmişlerdir.

İşte, aynı hastalığın devam ettirildiğine dair çok belirgin bir örnek.

Konu içeriği mahfuzumuzdadır.

Şimdi burada asıl suçlu görevi veren midir, yoksa alanı olmadığı halde görevi kabul eden mi?..

. . .

Türkiye’de müzik eğitimi küçükten büyüğe bir bütün olarak ele alınmamaktadır. Sürekli “yap-boz” acemiliği ve bu acemilerin kendi yaptıklarının sonucunu gördükten sonra bile yüzlerinin kızarmaması/kızartılmaması yeni bir hastalığın teşhisidir.

Biz bu hastalığı “Türk müzik eğitimindeki kızamık hastalığı” olarak teşhis ediyoruz.

Yapılan toplantılar niye “ … –muş gibi” yapmaktan öteye gidememektedir?

. . .

Aslında sınıflandırma gayet basit, bunu görmemek mümkün değil,

Ama ah o el ?..

Şöyle ki:

“Normal eğitim manasında ilköğrenimden liseye.

Bir yazımızda (Ayhan Sarı “Müzik Eğitiminde Yap-Boz’lara, Deneme Tahtacılığına Devam”

http://www.musikidergisi.net/?p=1209 ) konuyu şöyle dile getirmiştik:

“Müzik, hayatımızın her anında duyduğumuz, duygulandığımız, hissettiğimiz kültür-sanat türü. Hatta diğer güzel sanat dalları içinde zaman mekan atmosferi zorunluluğuna ihtiyaç duymadan paylaşılıveren tek sanat dalı. Hayatımızın bu denli içinde olan müziğin eğitiminin hala sorgulanma aşamasında olduğu gözlenmektedir. Ne menem bir süreç ve de öncesiymiş ki aşa aşa bitirilemedi. Her aşışta mutlaka bir geri kalış çıktı. Yapa boza gelişeceğine inanılan bir öğretim sistemi her yıl birçok yeni kurbanlar verdi…

O sevgili müzik öğretmenlerimiz Türkiye müzik-kültür-eğitim vs’sinin idealinden çoktan göçüp gittiler…

Bu iş artık kalanlarıyla belki de en önemlisi onları yetiştirenleriyle yürümüyor.

Milli Eğitim Bakanlığı kurulduğundan bu yana devlet eğitiminin türlü kademelerindeki uygulamalar –sanki dünyada tek eğitim gören sadece bizim çocuklarımız imiş gibi- nerdeyse her yıl değiştirilir hale geldi.

İlgili sivil toplum kuruluşlarının çalışma şekilleri ise -seslerini duyurma değil de- sanki millet iş üstünde görsün görüntüsü gibi duyurmama, etkili olmama üzerine kurulu…

Oysa durum konunun birkaç basit maddeye indirgenmesinden başka bir şey değil.

Kişi müzik gelişim maddelerini iyi ve de uygulanabilir şekilde tesbit etme yeterliliğinde yerellik ve içinde bulunulan toplumsal, maddi, manevi koşullar önemli unsurlar…

İşin okul boyutuna gelince: Sınıftaki her öğrenciden müzik yeteneği zaten beklenmez.

“Müzik kulağı olanlar - müzik kulağı olmayanlar; çalgı çalma yeteneği olanlar

müziğin kültür/repertuar boyutuna ilgi duyanlar” şeklinde basit bir temel sınıflama...

Bütün öğrencilerin aynı kefede değerlendirilmesi -daha doğrusu değerlendirilmemesi- birçok kültür/sanat insan değerimizin daha işin başında yitip gitmesine sebeb olmaktadır.

* * *

Orta öğrenim müzik eğitiminde öğrenciler şu ana başlıklar altında toplanmalıdır:

1- Müzik kulağı olanlar,

2- Müzik kulağı olmayıp da müziğe meraklı olanlar,

3- Müzik kulağı olup da çalgı öğrenme yeteneği/isteği olmayanlar.

4- Öğrencilerin hayatı süresince eş-dost toplantısında birlikte söyleyebilecekleri bir repertuarı öğrenmeleri.

5- Müzik yeteneği olmayan öğrenci ayrıştırılarak -nota, flüt vs öğretilmeye çalışılması yerine- müzik alanında genel kültür düzeyinin, repertuar bilgisinin arttırılması.

Tüm bu sınıflamaların uygulamasında biri müziğe yetenekli öğrenciler, diğeri kültürel müzik için olmak üzere iki ayrı müzik çalışma sınıfı/salonu ve iki müzik öğretmeni asgari eğitim için yeterli gelecektir.”

Burada ise:

Müzik manasında ilkokuldan konservatuara,

İlk öğrenimden güzel sanatlar liselerine (79 adet)

Liseden eğitim fakültelerinin müzik öğretmeni yetiştiren bölümlerine,

Türk/batı konservatuarlarına (34 adet)

Müzikoloji bölümlerine (23 adet)

Halktan:

Halk eğitim merkezlerine

Türkiye’de il ve ilçelerde koro çalışmalarına;

. . .

Türkiye’de Türk müziğinin 7’sinden 70’ine eğitiminden orkestrasına, bestecisine, çalgı yapımcısına değin sistematik bütünlüğe ihtiyacımız var.

Önce bütünlüğü sağlasak?

Türkiye’de yaşayan batı konservatuar mezunları dahil Türk müziği uğraşanlarının birbirine işbirliği içinde yaklaşmasının desteklendiğini açıkça ilan etsek…

Müzikal barışı tüm müzik uğraşanlarımız istiyor.

Bu barış için uygun zemine artık sahibiz.

Bir de helvayı yapacak aşçıyı bulsak!..

_______________________________________

(*) Giuseppe Donizetti (1788-12 Şubat 1856) İtalya ve Fransa da çeşitli bandolar yönettikten ve son olarak Napolyon'un bandosundan ayrılmış ve  -Fransız müzisyen Manguel'in bando kurmada başarılı olamaması üzerine-  II. Mahmut (1785-1839) tarafından İstanbul'a gelmesi için yapılan daveti kabul ederek 17 Eylül 1828'de görevine başlamıştır. İlk iş olarak askeri bando Mûsikâ-i Hümâyûn'u yapılandırmış ve bir ay içerisinde Padişah'a ilk konserini verecek hale getirmiştir. Bundan sonraki 28 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışarak II. Mahmut'un kurduğu modern ordunun bando teşkilatını İstanbul'da ölümüne kadar yönetmiş, Sarayda Osmanlı hanedan ailesinin fertlerine de müzik dersleri vermiş, Pera'da (Beyoğlu ve çevresinin eski adı) her yıl düzenlenen İtalyan opera gösterilerini desteklemiş, Sarayda konserler düzenlemiş ve İstanbul'u ziyaret eden Franz Liszt, Parish Alvars ve Leopold de Meyer gibi zamanın önde gelen virtüözlerine ev sahipliği yapmıştır.

(**) I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı’nın müttefiki Almanya’dan gelen klasik müzik grubu Hilal-i Ahmer Cemiyeti yararına verdiği konserlere karşılık olarak Osmanlı Hükümeti, Muzıka-yı Hümâyûndan seçilen batı müziği grubunu Almanya’ya gönderdi. Batı müziğinin anavatanı olan bir ülkede gerçekleştirilmiş olan bu batı müziği icrasının Almanlar tarafından beğenilmemesi üzerine, Osmanlı kültürüne ait müzik eserleri icra edilmesi istendi. Bu istek üzerine grubun birkaç Türk müziği eserini icra etmesi ve beğenilmesi üzerine  istek gelmiş, ancak Muzıka-yı Hümâyûn ekibi daha fazla Türk müziği icrası isteklerine cevap verememişti.

(***) Ayhan Sarı özel kütüphanesinde bulunan Dar-ül Ehan öğrencisi Suat Hanım’ın ders notları, Osmanlı Tuğralı büyük boy 12 adet, 6 adet sığır dili müzik defterlerine yazdığı notalar ve diğer yaprak notalar, fotoğraflardan meydana gelmekte olup içinde birçok gün ışığına çıkmamış eseri barındırmaktadır.

(4*) Dâr-ül Bedâyi'den Dâr-ül Elhan'a: Dâr-ül Bedâyi'in kuruluşunda tiyatro, sahne müziği ile Türk ve Batı müziklerinin eğitimi bütün olarak düşünülmüştü.

 

Şark Mûsikisi bölümünde hoca olarak Zekâizâde Ahmet Efendi (Irsoy). Leon Hancıyan, Hafız Yûsuf Efendi, Rauf Yekta Bey. Tanbûrî Cemil Bey, Abdülkadir Bey (Töre) gibi kişilerin,

 

Garp mûsikisi bölümünde ise Zatî Bey (Arca), Zeki Bey (Üngör), Âsaf Bey (Asal), Victor Radeglio, Henry Fourlani, Chevalier Geza de Hegey vardı.

 

14 Mart 1916'da mali sıkıntılar sonucu Şark Mûsiki Bölümü kapandı.

 

Washington eski büyükelçisi bestekâr Yûsuf Ziya Paşa'nın başkanlığındaki Mûsiki Encümeni'nin 9 Ocak 1916 tarihinde hazırladığı Dâr-ül Elhan yönetmeliği Padişah Sultan Reşad'ın emriyle yürürlüğe girdi. 1 Ocak 1917'de Maarif Nâzın Ahmed Şükrü Bey zamanında Vekiller Heyeti kararı ile erkekler bölümünün Şehzadebaşı'nda Fevziye caddesindeki bir konakta, kadınlar bölümünün ise yine aynı semtte başka bir binada açılış merasimleri yapıldı.

 

isim babası ve encüme­nin fahrî reisi Yûsuf Ziya Paşa ile ikinci reis Ali Rifat Bey, bestekâr Rahmi Bey ve Refik Talat Bey (Alpman) yönetimin­de bir süre çalıştı. Bu dönemin öğretim kadrosunda Muallim İsmail Hakkı Bey, Zekâizâde Ahmet Efendi, Leon Hancıyan, Ziya Bey (Santur), Refik Bey (Fersan), Dürrü Bey (Turan) da bulunuyordu.

 

Dârülelhan Faaliyete geçmesinden bir yıl sonra 1. Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin yenilgisiyle so­nuçlanması, mütareke yıllarının güçlük­leri, İstanbul'un işgali, İstiklâl Savaşı gibi sebeplerle canlı bir varlık gösterme imkânı bulamadı ve Erkek­ler Bölümü 1918'de kapatıldı, kadınlar bölümü ise sekiz kişilik öğretim kad­rosu ile varlığını bir süre daha sürdürmüştür.

 

Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra İstanbul Valisi Haydar Bey'in (Yuluğ) yakın ilgisi sonucunda Vilâyet Umumi Meclisi'nin aldığı kararla Dâr-ül Elhan 14 Eylül 1923 Cuma günü törenle yeniden açıldı. Önce encümen kaldırıldı. Hazırlanan yeni yönetmelikte Batı mûsikisi de Türk mûsikisi gibi ayrı bir bölüm olarak bu kuruluşta yer aldı. Bu yeni devrede çı­kan yönetmeliğe göre ilk öğretimden sonra Dârülelhan'a alınacak öğrenciler hazırlık sınıfında bir yıl okuyacak, ardından bölümlere ayrılacaklardı. Bölümlerde de birtakım ihtisas sınıfları bulunmaktaydı. Bunlar Alafranga (Batı mûsi­kisi) Bölümü'nde kompozisyon, şan, piyano, viyolonsel, flüt ve diğer orkestra sazları sınıfları; Alaturka (Türk mûsikîsi) Bölümü'nde ise keman, kemence, santur, ney. tanbur, ud, kanun ve tegannî sınıflarıydı. Bütün talebeler aynı zamanda mûsiki nazariyatı, solfej, armoni, füg, mûsiki tarihi dersleriyle orkestra ve koro çalışmalarına da devam etmeye mecbur tutulmuşlardı. Müdürlüğüne bestekâr Mûsâ Süreyya Bey'in getirildiği bu yeni dönemin Batı mûsikisi öğretim kadrosu Zeki Bey, Ekrem Besim Bey (Tektaş), Cemal Reşit Bey (Rey), Nimet Vâhid, Chevalier Geza de Hegey, Victor Radeglio, Edgar Manas, Henry Fourlani, Sadri Bey, Zatî Bey, Nezihe Hanım. Muhyiddin Sâdık Bey, Kadri Bey. Veli Bey (Kanık), Âdil Bey, Osman Serefeddin Bey, Seyfi ve Sezai (Asal) kardeşler. Âlî Bey (Sezin) ve Mesut Cemil'den (Tel) oluşmaktaydı. Şark mûsikisi bölümündeki başlıca hocalar ise Nuri Bey ikevser Hanım, Mustafa Bey (Sunar), Sedat Bey (Öztoprak), Hayriye Hanım (Örs), Faika. Zehra, Şeref hanımlar. Muazzez Hanım (Yurcu). Ziya Bey (Santur). Refik Bey. Faize Hanım (Ergin), Emin Bey (Yazıcı), Ruşen Ferit Bey (Kam), Rauf Yekta Bey, Zekâizâde Hafız Ahmet Bey, İsmail Hakkı Bey. Ziya Bey (Hoca), Zahide Hanım idi. Bu kadroya sonraları Reşat Bey (Erer) ile Dürrü Bey de katılmıştır.

 

Dârülelhan faaliyetine devam ederken Mustafa Necati Bey'İn Maarif vekilliği zamanında, Tâlim ve Terbiye Dairesi Sanâyi-i Nefise Encümeni'nin 9 Aralık 1926 tarihli kararı ile yönetmeliği ve öğretim programı değiştirilmiş Alaturka Bölümü tamamen lağvedilerek Türk mûsikisi öğretimi kaldırılmıştır.

 

Dar-ül Elhan hk. bilgi için bkz: http://www.musikidergisi.com/haber-4759-d%C3%A2rulbed%C3%A2yiden_d%C3%A2rulelh%C3%A2na_tasnif_ve_tesbit_heyetine%E2%80%A6.html 

(5*) Halil Bedîi Yönetken “Müzik Öğretmenlerimiz ve Müzik Eğitimimiz” adlı makalesinde yaşadığı dönem itibarıyla ülkedeki müzik eğitimi ve müzik öğretmenlerinin durumunu değerlendirmiştir. (Dâr-ül Elhan Mecmuası, S.4,1340: 173-177)

 

 
İletişim E-Posta: - Telefon:
 
Yorumlar
*** Yorum Yaz
Bu yazıya hiç yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapın.

Diğer Yazıları

Spor yazarı mı, müzik yazarı mı?..
Orkestra müziğin fabrikasıdır...
İşlevsel Müzikoloji - Functional Musicology…
Kemençe Kuartet ve Türk Müziği Orkestrasına giden yola bugünden bir bakış…
Arabesk müzik geri (mi) dönüyor?..
Gültekin Oransay'ın ardından 30 yıl…
“Mızıka“ kelimesi ile “mızıkçılık“ arasındaki ilişki…
Nüfuzun sanat üzerine etkisi…
Müzikte batılılaşma travması “tedavi“ edilebildi mi?..
Türkiye'de Türk Müziği Orkestrası'nı yönetecek şef var mı?..
Topluluktan orkestraya...
Geleneksel Türk müziği tarihine ışık tutacak bu yazı ne zaman yazılmış?..
Para karşılığı akademik yayınlar skandalı…
III. Kuzey Kıbrıs Korolar Festivali’nin ardından...
Müziğin bilimini biraz fazla mı abarttık ne?..
Transistörlü radyodan internet radyosuna ve sonrası…
Müzikolojinin temeli “1. derece kaynak“ bilgileridir…
Tanbur çalgısını unutturanlar…
Toplumsal sorunlarımızı halletmeden temel müzikal sorunlarımızı çözemeyiz…
Türkiye’de Batı müziği olmasaydı, GTM kurumları olmazdı…
Müzik Üniversitesi’nden 2. Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne…
Çanakkale Korolar Festivali'nin ardından…
7’sinden 70’ine Türk müziği bütünlüğünde saplantılar/bölünmeler...
El yordamı müzikologları…
“Frankfurt Musikmesse - 2017“ izlenimleri…
Hobi koroları...
Çanakkale'de ateşe kalkmak…
Korolar Festivali'nde ilk kez Geleneksel Türk Müziği Koroları da sahne alacak…
Türkiye'de çalgı yapımcılığı mesleği üzerine...
Türkiye Koro Festivalleri tarihinde bir ilk: Çanakkale Korolar Festivali'ne GTM koroları da katılıyor…
“Geleneksel Müzik Konservatuarı“ üzerine yazmıştık…
Musiki Dergisi akademik teşvik kriterlerini karşılamamaktadır…
Düşen uçaktaki Kızılordu Korosu ve Koro Söyleme üzerine…
Plaklar, 20. yy. müziğinin tanıkları…
Osmanlı Muzika-yı Humayun ve Pakistan Cumhurbaşkanlığı Orkestrası…
Türk Musikisi Federasyonu'nun İstanbul'da toplanması üzerine...
GTM'de melek üçgeni…
Devlet Korosu Şefinin Yaşamsal Anatomisi…
Sanatta ücret iadesi…
Koro müziği yükselen değer...
Bravo Sayın Başkan…
Biri okunmuyor, birine yazı gelmiyor...
Devlet Kültür Paketi 2016 ve 2007 tarihli yazımız: “Her ilimize değil, her ilçemize yarı profesyonel koro“…
Geleneksel Türk müziğinde “Açı“ …
Orhan Gencebay ile TMDK'da söyleştik…
Müzik varsa müzik eleştirmeni de vardır...
Doğudan müzik ithaline beş kala...
Ayrıştırmak lazım…
Emek Sineması restorasyonu tamamlandı…
GTM amatör koroları faydalı mı, zararlı mı?..
Fotoğraftan “Ortak Kültürel Coğrafya Orkestrası“na…
Beş maddenin çağrıştırdıkları…
Müzikte ilk ve orta öğretim…
Öykünmeden intihale...
İyi ki Devlet Koroları var...
II. Kanun Sempozyumu ve Festivali ardından...
Divan Orkestrası...
Sokaktaki sevgisizlik...
Misafir sanatçılar için Muhalefet'ten kanun teklifi...
Panayot Abacı belgelediği dönemi kapattı…
Türk keman virtüözü Muhammed Yıldırır’ın Guinnes rekoru…
Müzik ile tedaviden heavy metalcilerin aklanmasına...
“Şarkı / Beste Yarışmaları“ sonuçlarının toplum yansımaları…
Bitlisli elektro gitar yapımcısından, İzmirli metal profil saplı bağlama yapımcısına...
Ali Rifat Çağatay, Şark Musiki Cemiyeti, Süreyya Paşa...
Seçim 2015'de partilerin müziğe yaklaşımı...
Geleneksel Türk müziğinde repertuar dersi nasıl olmalı?..
Yegane dostları okumayanlardır...
Şeyh El Ud, Suudi Arabistan’da…
Türk pop müziğini arabeskten sıyıran besteci: Kayahan...
Eski gazinolara özlemin konseri...
Geleneksel Türk müziği çalgılarınca oluşturulmuş çoksesli oda müziği kümeleri ve uluslararası sergileme bilinci...
Her ile değil, her ilçeye yarıprofesyonel korolar...
Musiki kelimesinin şapkacıları...
Müzik uğraşanlarını değerlendirme boyutu...
Ben pişirdim, sen ye!..
Kültürün ekonomiye katkısı…
“La” nasıl oldu “Neva” ?..
Müzik ağaçlarından filizlere çabalar…
Geleneksel Türk müziğinde 'Pruning' strategy ...
Devlet Korosu Şefinin Yaşamsal Anatomisi...
Nerde o “Hayal Gibi Ezgiler“...
Sempozyum dönüşü...
Eurovision'dan Turkvision'a değişen nedir?..
Bağlama satılan ilk TV reklamı...
Notayı konuşturamayanlar...
Cumhuriyet müzik tarihimizdeki dargınlıklardan güncel kesit...
Diğer Yazarlar

Münih LMU Müzikoloji Enstitüsü’nde "Gültekin Oransay" rafı...
Kitabu İlmi'l-Musiki Alâ Vechi’l-Hurûfât'ın müellifi kimdir? -16-
Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
Fazıl Say'ın Feyzi Erçin'e desteği…
Nida Tüfekçi’nin Öğrencisi Olmak!..
Yazılarınızı bekliyoruz... Musiki Dergisi
Spor yazarı mı, müzik yazarı mı?..
Yeni YÖK’ün ve değerli başkanı Sn. Saraç’ın övgüye değer kararı: Müzik öğretmenliği açısından yapıcı bir değerlendirme…
Serhanende Nurettin Çelik ...
Meragi niçin 24 şube dedi? Hurufilikten etkilendi mi?..
Çevrimiçi Türk Halk Musikisi Videoları: "Konma Bülbül Konma Nergis Daline"
Günün Sözü
İlaçlar gibi vitamin ve gıda desteklerinin de modası var…
(Ahmet Rasim Küçükusta)
Yazarlar 
Röportajlar
Fırat Kutluk “Neden Müzik Dinleriz?“...
Ayhan Sarı - Kitabın adından başlayalım mı?  Buna bağlı olarak da kitabın sonunda müziği neden dinlediğimizin yanıtını veriyor musun? Fırat Kutluk - ...
»
»
»
Tarihte Bugün
Arşiv Arama
Facebook
Anasayfa
Site Haritasi
Sitenize Ekleyin
RSS Kaynagi
Hakkimizda
Reklamlar
Künyemiz
Facebook
Twitter
Bize Ulaşın
Copyright ©2013 - Tüm haklari sakli tutulmaktadir.
Bu sitede yayinlanan tüm resim, materyal ve içerigin telif haklari tarafimizca sakli olup izinsiz alinip kullanilamaz.
0.36ms