Bugün - Friday, October 11, 2024
Foto Galeri
Video Galeri
Firma Rehberi
Künye
Reklamlar
Üye İşlem
 Bize Ulasin
www.musikidergisi.com Logo
-
İstanbul 27°°C
Yazar Detayları

Veyis Yeğin

Veyis Yeğin - Tulum (Gayda) ve sahip olduğu hazinenin farkında olmayan il...

Tulum (Gayda) ve sahip olduğu hazinenin farkında olmayan il...
Yazı Tarihi: Thursday, May 7, 2020

Büyük Müzikolog ve Organolog M. Ragıp Gazimihâl günümüzden 70 yıl kadar önce kaleme aldığı ancak ölümünden sonra, Türk Folklor Araştırmaları’nda yayımlanan yazısına şöyle başlıyordu “Yeryüzünün en nadir çalgı tipleri bile mızkal ve tulum kadar kıdem ve haritada yaygınlık iddiasında bulunamazlar”.Tulum’a dair Gazimihâl ve konuya ilgi duyan herkesin de ilk dikkatini çeken kişi ise bir başka ulusal gururumuz A. Adnan Saygun’dur (Rize, Artvin ve Kars Havâlisi Türkü ve Saz Oyunları,İst.1937,sa.45-47). Gazimihâl, Saygun’un kitapçığında geçen tulum hakkındaki bilgilere değinirken, “bundan daha doğru bir gözlemi başka hiçbir yerde bulamadığım için yazdım” demektedir. Böylesine derin bir kıdeme sahip ve neredeyse tüm dünya ya yayılan tulum hakkında neden doğru düzgün ya da yeterince yazılı kaynağımız yoktur. Görünüşte çokça yazı yazıldığı sanılan tulum hakkında yazılanların tamamına yakını bir kaç kaynaktan alınma kuru bir kalabalıktan başka bir şey değildir. En kıdemli ve en çok yâd edilen kaynak, Evliya Çelebi Seyahatnamesidir (1640) ki onda da Tatminkâr bir bilgi yoktur zaten. Tulum hakkında yazanlar, Kaşgarlı Mahmud’u hiç pas geçmezler ki Kaşgari’nin divanında geçen tolum sözcüğü dolum yapılarak kullanılan bir silahı tarif eder ve bizim tulum çalgısıyla bir ilgisi yoktur. Gazimihâl’in de değindiği gibi Kaşgarî ’nin lügatinde geçen tolum, tolmak (dolmak) fiilinden gelmektedir. Ancak yine de “tolum” (doldurmak) kavramı nasıl ki bir silaha ad olarak geçmiş ise içine hava doldurularak çalınan deri gövdeli bu çalgıya da aynı biçimde ad olarak geçmiş olabileceği bilgisi bir kenarda tutulmalıdır. Kaşgarî divanında çalgı olarak tulum yer almasa da ”tulkuk”; ürülmüş, şişirilmiş tuluk ve “tulkuklan”; tulum gibi şişmek kavramları lugatta yer alır. Çağtay lugatında tulum’un hem silah hem de çalgı anlamları verilmiştir. Tulkuk sözcüğü Anadolu da tuluk, tuluh, tuluğ, tulum (tulum çıkartmak) biçimlerinde hâla kullanılmaktadır. Türkçe-Altay dil akrabalığı teorisine karşı çıkan Sir Gerard Clauson (1972) sözlüğünde, 12.yüzyıl Hakas lehçesinde tulumun deri kap olarak tulug şeklinde geçtiği bilgisini vermektedir.

Doğu Karadeniz’de, 1600’lü yıllarda tulum’a “dankiyo”[i] deniyordu. Bu bilgiyi Evliya Çelebi’den alıyoruz. Çelebi, ilk kez gördüğü ve “sazende-î dankiyo düdüğü” adını verdiği bu çalgıyı Trabzon’da yaşayan halkın icât ettiğini yazmıştır. Pontus Rumcasında Dankiyo; hayvan derisinden yapılan torbadır; bu sözcük bugün hâla Doğu Karadeniz’in Rumca konuşulan köylerinde torba anlamında kullanılmaktadır (Ö.Öztürk,Krz.Ans.Söz.İst,2005,sa.300).  Nişanyan Etimoloji sözlüğünde ise tulum, Şemseddin Sami’nin, Kamus-î Türki’sinde Asım Efendi’ye (1797) ait “Tulum üfürüp düdük ile çalarlar, Türki’de kayta tabir ederler” alıntısıyla verilirdikten sonra kayta (gayda)’nın Bulgarca kökenli olduğu, onlara da Germen dilinden (gaitz; Gotça keçi) geçtiği (Coraminas kaynak gösterilerek) verilmektedir.  

Tulum yapımında kullanılan yerel terminolojiye bakacak olursak, bazı önemli adlandırmaların Latince kökenli olduğunu görüyoruz. Örneğin; zimbon (Trabzon), çimon (Rize) sözcükleri tsimpona (tulum) sözcüğünden geçmiş olmalı. Tsimpona, Yunancaya zampuna, İtalyancaya ise sampogna formunda geçmiştir. Çalgının tulum dışında aldığı ve bizim coğrafyamız dışında daha yaygın olarak kullanılan diğer bir adı da Gayda (Kayta) dır. Tulum adı çalgının deriden yapılan gövde kısmına vurgu yapar, Gayda adı ise genellikle çalgıya asıl kişiliğini kazandıran tınısının oluştuğu yere, ucu bir çeşit kalak ile sonlanan analık da denilen nav kısmına vurgu yapar. Nav ise yine Latince kökenli navis (gemi) sözcüğünden gelir (Sankritçe;naύ,İng;navy,EskiFarsça-Erm;nav,Yun;Naûs,Fr;Navire,donanma). Eskiden boynuzdan yapılan şimdilerde ise masif ağaçtan yapılan navın yan kesidinden bakıldığında gerçekten de bir gemiye benzediği görülür.

Çalgı genellikle tulum ya da gayda şeklinde adlandırılırken bazı bölgelerde her iki sözcük ile birlikte de anılır; tulum gayda, tuluğ balabanı gibi, zurnanın egemen olduğu yerlere gittiğinde ise tulum zurna şeklinde anılmıştır. Dünya’nın en önemli gezginlerinden sayılan İbni Batuta (1304-69), Anadolu’da davulun her yerde, her zaman zurna ile birlikte çalındığını not ederken, gözleminin altına ayrıca “bizim Fas’ta bu zurnaya gayda derler” notunu düşmüştür. Anadolu da gayda sözcüğünün “usul, düzen” anlamlarında (“bu nasıl gayda”, “Pek hoşuma gidiyor bu gayda”, “adam bir gayda tutturdu gidiyor” şeklinde)   kullanımları vardır ki mevcut lügatler sözcüğün bu anlamına yer vermemişlerdir. Çalgımız bu yönüyle de araştırmaya ihtiyaç duymaktadır.

 Gayda (kayta), kalaklı düdük kısmına vurgu yapsa da sözcüğün anlamı nedeniyle çalgı kökenleri her nedense ve ısrarla deri kısmında aranmaktadır(?). Bu noktada, elde çok önemli ipuçları olmakla beraber, sözcüğün etimolojisinin dolayısıyla çalgı kökeninin tam olarak çözümlendiğini söyleyemiyoruz. Bu noktada farklı bir bakış açısının geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz; özetle antik ağlos, tibia ile sipsi, zurna gibi çalgılar arasında çok sağlam anatomik benzerlikler vardır. Bu çalgıların kökenlerinin araştırılmasıyla, değindiğimiz benzerliklerin bir takım tarihi bağlara, akrabalıklara dönüşeceğine inanıyoruz. Çünkü düşünmeden ve özensiz biçimde fülüte benzetilen veya genel biçimde fülüt şeklinde anılan bu çalgıların dikkatli incelendiğinde ses-tını karekteristiği bakımından fülütle olan en önemli benzerliği üflenerek çalınıyor olmalarıdır(!). Benzer bir hata yaylı çalgılar genelojisinde de yapılır; kemanın prototipleri arasına sarangi, omerti, ravana, rebap hatta yaylı olduğu son derece süpheli olan curutta bile yerleştirilir. Curut hariç anılan bu çalgıların tamamı (sayıca arttırılabilir) Asya kökenli olup, ipek yolu bölgelerinden dünyaya yayılmışlardır ve dikkatlice incelendiğinde anatomik yapı bakımından kemanla tek akrabalıkları yay ile çalınıyor olmalarıdır(!), dolayısıyla sistematik şemalarında kemanın ne önüne ne de arkasına yerleştirilemezler. Örneğin; ağlos (aulos, bizde halen kullanılan çifte, sipsi vb çalgılar), antik çağ uygarlıklarının en sevdiği çalgılardır, orta çağın erken dönemleri boyunca sayıca onlarca çeşide ulaşmış ve olağanüstü bir yaygınlık göstermişlerdir. Çift ya da tek kamışlı kullanılan bu çalgılar, yüksek ve güçlü ses volümleriyle birer “açık alan” veya “meydan çalgıları” şeklinde de adlandırılabilir; fülütle anatomik yakınlığı olmayan tulum da bu çalgı gurubunda incelenmelidir.

Tulumun dünyadaki büyük tarihi serüvenine bakacak olursak, prototiplerine dair ilk kaynaklar, tablet yazıtlarıdır ve bazı zorlukları kapsar. Bu noktadaki zorluklar, tabletlerin çözümünden çok güncel dillere çevrilmesinde yaşanmaktadır. Çok sayıdaki kişisel yorumlar yüzünden, konuların bazen gerçek mecralarının dışına taşırıldığını görüyoruz. Bazı yazarlar, antik tablet yazılarının çevirilerinde rastladıkları boru, askos veya ağlos benzeri sözcüleri hemen üflemeli bir çalgı derken, gayda olarak yorumlayabiliyorlar. Orijinal ilk kaynaklara gitmeye çalıştıkça, örneğin; üflemeli çalgı olarak yorumlanan şeyin gerçekte misafirlere hoş kokular püskürten bir boru olduğunu, yine gayda olarak yorumlanan deri kabın, gerçekte bir çalgı değil de şarap kabı olduğunu anlıyoruz. Eski tablet yazılarının günümüz dillerine çevrilmesi, bir tür şifre çözüm işi olup ciddi ve çok özel bir uzmanlık alanıdır. Ancak onların şifrelerini çözmek çoğu zaman yeterli olmuyor, metinlerin gerçek anlamlarına kavuşabilmesi için ilgili bilim dallarının uzman yorumlarına ihtiyaç duyulur. Antik çağa yönelik “şimdilik elimizde olanlar diyebileceğimiz” başlıca kaynaklarımız; Oxford Müzik Tarihine atfedilen, Çorum-Alaca Höyük’de MÖ.1000 yıllarına ait bir Hitit levhasında bir gayda figürünün bulunduğu (araştırılmaya muhtaç) bilgisi vardır (W.F.Wyatt,The Story of the Bagpipe). Francis W. Galpin, “The Musical of the Sumerians” adlı çalışmasında Aristophanes’in Lysistrata (MÖ.411) oyununda geçen “physetera” ve “physallider” (feryat ve mesane boruları) sözcüklerini “dansa eşlik eden bir çalgı”, boru sözcüğünün çoğul iddiasıyla da günümüzde kullanılan çift borulu gaydaya benzetmiştir. Orijinal metinde açıkça bir çalgı geçmemesine rağmen Galpin, bu bilgiyi bagpipanın (çanta borusu-gaydanın) ilk formu olarak yorumlamış, sözcüğün kökeninin ise susa (İran’dan) gelmiş olabileceği notunu eklemiştir. Aynı yazar, reedpipa (Eski Roma kamış borusu)’nun (MÖ.2800), Suriye’de abuba olarak bulunduğunu (Ar. imbup), çift borulu şekline ise Mısır’da kavuşmuş olabileceği şeklindeki kişisel yorumlarıyla yazmıştır.

Derek Davis - David Widger, Gutenberg adlı çevri projesinde Aristophanes’in “Akharniyalılar” (MÖ.425) adlı oyununda, Boetia’lı bir konuşmacının hitabına dikkat edilirse; “Thebes’li müzisyenler, köpeğin kıçından yapılmış kemik fülütlerinin borusu ağızlarında” cümlesinin önünde ve sonunda farklı konulardan bahsedildiği için Boetialı’nın, Thebes’li müzisyenleri aşağıladığı mı yoksa takdim mi ettiği pek anlaşılmasa da bu tarihi metinde geçen çalgının tibia (gayda) olduğunu ileri sürmek olanaklı görünüyor. Çünkü eski zamanlarda tulum derisinin keçi dışında koyun, köpek ve inek gibi hayvanlardan da elde edildiği bilinmektedir. Yine bir Gutenberg çeviri projesi olan, bu defa Tapio Riikoner - David Widger imzalarını taşıyan “The Lives of the Twelve Caesars” adlı çalışmalarında; “Asilliği ile dikkat çeken bir adam, oturmuş bir boruyu çalıyordu, yalnızca çobanlar değil, asker de durup dinliyordu” cümlesinin altı çizilebilir. Oniki Caesar’ın Hayatı adlı eserin sahibi, 110-112 yıllarında Roma adına resmi olarak Pontus ve Küçük Asya’da da görev yapmış olan zamanının önlü tarihçisi Suetonius’dur. Metinde açıkca bir çalgı adı geçmese de cümledeki boru yine tibia (gayda) olarak yorumlanmaktadır. Batılı kaynaklar, benzer bir alıntıyı da Suetonius’un çağdaşı olan Romalı yazar Dion Chrysostom’dan yapıyorlar, büyük ihtimal Neron için yazdığı söylenen yazısında Chrysostom,  “ağızda, koltuk altına bir mesane sıkıştırarak çalınan ve Etrüks veya Roma çalgılarına benzetilen bir çalgı tibia” olarak tanımlanır. Buradaki tibia, aynen reedpipe (Roma kamış borusuna) benzetilir ki buradan da gayda bağlantısı sağlanır. Suetonius’un Oniki Caesar kitabının “The Live of Nero” bölümünden bir metin; Nero’nun “hayatının sonuna doğru gücünü kaybetmezse, başarısının kutlanacağı oyunlarda hydraulis, fülüt ve bagpipe çalacağına, kutlamaların son gününe aktör olarak katılıp, dans edeceğine söz vermişti” şeklinde çevrilmiştir. Antik tarihçi Suetonius’un verdiği bu bilgiden, İmparator Nero’nun metinde geçen çalgıları çalabildiği anlaşılmaktadır, (bu çeviride tibia sözcüğü kullanılmadan direkt pagpipe anılmaktadır) ancak orijinal metindeki çalgının nasıl yazılıp söylendiği bilgisinden yoksunuz. (Water organ olarak da adlandırılan hydraulis ise günümüz hava körüklü orglarının atası kabul edilir, A.Muhtar Ataman’ın Musiki Tarihi kitabında, MÖ.250 yıllarında İskenderiyeli Ktesibios tarafından icat edildiği bilgisi verilmektedir).

Wikipedia dahil bazı kaynaklarda, Aristophanes ve Suetonius kaynak gösterilerek Utricularius adlı bir tulumcudan bahseder ancak bu iki yazar çağdaş değillerdir ve Suetonius, Aristofanes’den en az 450 yıl sonra yazmaya başlamıştır, diğer taraftan antik yazıtları çalışan ilk yazarların çeviri çalışmaları dikkatle incelendiğinde utricularius’un bir insan değil de tulum icracısı olarak yorumlanması gerektiğini anlıyoruz (utricularia; deriden yapılmış çanta, torba, utricularius ise onu çalan kişiye verilen addır). Adelheid Rech, Jan Vermeer’in(1632-75) günlük yaşam resimlerinde müzik; Bagpipe adlını verdiği çalışmasında benzer yorumları yapmış, ünlü Epigramların yazarı antik şair Martial’ı (MS. 40-104) kaynak göstererek, bu çalgının eski Yunanca aulos (boru) ve (çanta) askaulos dan geldiğini kaydetmiştir. Başka bir yazar, “Martial’in arcaules’i neyse Suetonius’un utricularius’u da odur” şeklindeki kişsel yorumuyla bu iki sözcüğün anlamdaş olduğuna vurgu vapmıştır.

Antik çağın belgeleri tulumun tüm yönleriyle aydınlatılması konusunda yetersiz kalmaktadır. Orta çağın erken dönem belgeleri üzerine bir takım kanıtlar gösterilerek yorumlar yapılsa da mevcut belgelerin hala çok yönlü biçimde araştırılmaya ihtiyacı vardır. Zamanımızdan geriye doğru gittiğimizde, tulumun kıdemli tarihi şimdilik ancak orta çağın sonlarına doğru belirginleşmeye başlamaktadır. Örneğin; Katalonya’da (13.y.y.) Santes Creus manastırının portalında, hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek biçimde yapılmış, gayda çalan bir gaydacı heykeli bulunmaktadır. Bazı kaynaklar, Floransa’da bulunan Santa Croce Saray (1294) avlusunda da Yunanlı bir heykeltıraşa ait gaydacı heykelinden bahsetmektedir ancak bu bigi doğrulanamamıştır.  Elde edilen ilk detaylı yazılı kaynaklar ise Galiçyaca ve Portekizce dillerinde yazılmıştır. Endülüs Emevilerin hâkimiyetinden sonra kurulan Kastilya’da derlenen “Cantigas de Santa Maria”da (Aziz Meryem Şarkılık kitabında) birkaç gayda tasvir edilmektedir (Elizabeth Aubery, The Music of the Troubadours, aynı kaynak Grove Müz. Enstrümanları Ans. Sözlüğünde de orijinal kitaptan iki gaydacı minyatürü verilerek yer alır). Yine bu dönemde Fransa’nın kuzeyinde elde edilen bir el yazmasında (Chronique dite de Baudoin d’Avenes) bazı gayda örnekleri yer alır. Çalgının Avrupa’nın kuzeyindeki serüveni Piktlere bağlanmaktadır. Cahillikler Kitabının yazarları J. Loyd-J. Mitchinson’a göre, Britanya’da Kelt ve Bretonlardan önce yaşayan ve 9.yüzyılda tamamen İskoçlarla karışarak yok olan Piktlerin 8.yüzyıla ait oymalarında gaydaya rastlandığını kaydetmişlerdir. Bu yazarlara göre, gayda Piktlere de muhtemelen Romalılardan geçmiştir. Kuzey Avrupa belgeleri müzikolji yazarlarınca genellikle tartışmaya açık olarak değerlendirilir, ancak 1300 sonlarında yazıldığı söylenen Canterbury Masallarında bazı hatıralar olduğu iddia edilir (Adelheid Rech, Music in the Dailylife of Vermeer the Bagpipe ). İskoçlar, en eski gayda kayıtları arasında, Fransız tarihçi George Buchanan’ın “Pinkie Cleugh savaşında (1547) İskoçların, trompet yerine bagpipleri kullanıldığını yazdığı kayıdını” öne çıkarırlar. İrlandalıların en kıdemli kayıdı, John Derrick’in “İrlandalılara karşı İngilizlerin zaferini öven gravür resimlerine” dayanır (1581). 15-16.Yüzyılda moda olan hayvan müzisyen resimlerinde gaydaya sıkça rastlanır. 18. Yüzyıla geldiğimizde nadir de olsa otantik Gayda örneklerine rastlarız. Bu yüzyılda çeşitli farklılıklar gösterse de gayda artık tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Erken otantik halk gayda örneklerini ise ancak bazı ressamların tablolarında görebiliyoruz. Örneğin A.Durer (1471-1528), H.Brugghen (1588-1629), A.Teniers (1629-70).

Gaydanın kökenine dair batıda yaygın biçimde kabul gören ve savunulan sav; bu çalgının, zamanımızdan 4-5 bin yıl kadar önce Mezopotamya kültür bölgesinde ortaya çıktığı, Antik Yunan ve Romalıların etkisiyle de Arap, Fars, Asya, Anadolu, Balkanlar ve tüm Avrupa coğrafyasına yayılmış olduğudur. Gaydanın kıdemli tarihi serüveninin yeterince aydınlatılamayan noktaları organolojinin çalışma alanı içerisinde kalmakla birlikte, konu bu yönüyle tamamen arkeoloji, tarih, etnoloji, etimoloji ve müzikoloji gibi bilim dallarına bağımlıdır. Konuyu ilgili bilim dallarına bırakmak ve gelişecek yeni teknolojilerin yardımıyla bilinmeyen noktaların çok daha net biçimde aydınlanacağına inanmak şimdilik yeterli olacaktır.

Yakın geleceğe bakacak olursak, tulumun askeri amaçlarla da kullanıldığını görüyoruz. İskoçya’nın hem askeri, hem de ulusal sembolü haline gelmiştir. Dünya’nın bir çok ülkesinde ordu, polis, itfaiye ve üniversite gibi kurumların resmi törenlerinin vazgeçilmez çalgısı olmuştur. Tulum’un Uganda, Sudan, Ürdün’den, Pakistan, Hindistan’a kadar, Amerika, Kanada’dan, Yeni Zellenda, Avuaturalya, Honkong’a kadar, Rusya’da bir çok Cumhuriyete, tüm Balkan ve Avrupa ülkelerine yayıldığını görüyoruz. Tulum, onlarca ülkede güncelliğini kaybederek unutulmuş halk şarkılarının ve danslarının yeniden hatırlanmasını ve yeni nesillerce yeniden keşfedilip sevilmesini de sağlamıştır. Sönümlenmiş ancak sımsıcak insan, doğa kokan bu geleneksel kültürlerin “tradition of felding” (meydan geleneklerinin) oluşması, bunların da  hızla dev festivallere dönüşmesi yine tulum sayesinde olmuştur. Tulum, 1900 ortalarında kırkın üzerinde çeşidiyle geleneksel müzikler dışında rock’n rool, metal, caz, klasik sanat müziği dahil bir çok müzik türü içerisinde kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Paul Mc Catrney ve Peter Maxwell’in başarılı kompozisyonları, milyonlarca müzikseverin bu çalgıyı tanıyıp sevmesini sağlamıştır.

Bizim coğrafyamızda tulum, Trakya, Artvin, Rize, Gümüşhane ve Ardahan’da yaygınlık gösterir, özellikle Doğu Karadenizle özdeşleşmiştir. Rize’nin Çayeli, Pazar, Hemşin, Çamlıhemşin, Ardeşen ve Fındıklı ilçelerine öyle bir yerleşmiştir ki hiç şüphesiz buralarda daha yüzyıllarca çalınacaktır. Buralarda tulum denince horon, horon denince tulum akla gelir. Bölge insanı, yediden yetmiş yediye tulum sesi duyunca, kurulmuşçasına başlar tempo tutmaya. Bir Hemşinliyi hiç kıpırdayamayacak halde bağlasalar bile tulum sesini duyduğunda senkronize biçimde tüm bedeniyle başlar tempo tutmaya. Tulum tınısı âdeta bu insanların genlerine işlemiştir. A.A.Saygun ve M.R.Gazimihâl, 70-80 yıl önce müzik çevrelerinin dikkatini tulum üzerine çekmek istemişlerse de ne yazık ki  bu güçlü meydan çalgımız, hiç bir resmi müzik okulumuzun eğitim programlarına girebilmiş değildir. Tulum yapımı ya da icra sanatı, geleneksel ve yerel düzeyden henüz bir adım ileri gidebilmiş değildir. Çalgının yapımı ve icrasındaki basit teknik yetersizlikleri de geleneksel yapısıyla birlikte kuşaktan kuşağa geçerek günümüze ulaşmıştır. Gerçi nav yapımında kullanılan elektrikli matkap ve ona takılan çeşitli uç ve aşındırıcılar sayesinde yapım teknolojisi, ortaçağ’dan bir adım ileri getirilebilmiştir(!). Ancak derilerin işlenmesinde kullanılan bir takım yanlış uygulamalar veya ne olacağı bilinmeden yapılan bazı özensiz denemeler nedeniyle tulumcuların zehirlendiği de görülmüştür; bu da belki ar-ge zayiatı olarak görülebilir(!). Kıymetli bilim yuvalarımız, üniversite ve konservatuvarlarımızda, ut, kanun, bağlamadan tuluma sıra gelmemiş olabilir; ancak Rize ve ya Artvin’in ileri gelenleri, kurumları, valileri, kültür müdürleri neden bu hazineye sahip çıkmazlar, işte bunu anlamak o kadar da kolay olmasa gerek (Dünya’da kültürüne bu kadar çok müdür-personel atayan başka bir ülke daha var mıdır acaba ve bunlar ne iş yapar? Bu başlı başına bir araştırma konusu olsa gerek).

Rize de düzenlenen kültür ve kültür-turizm sempozyum, kongrelerine bakacak olursak; “çay”dan başka bir konu yoktur ortada. Gerçi Rize’li bilim adamlarının hakkını da teslim etmek lazım; son yıllarda olağan üstü bir gayretkeşlikle “yayla turizmi, trekking, yamaç paraşütü, helikopterle kayak, avcılık- olta balıkçılığı, film turizmi, online turizm” gibi bir sürü çalışma konusunu tesbit ederek, çalıştaylarına eklediler. Çalıştay konularına baktığımızda, çay ile ilgili “çay turizmi” diye bir alt başlık vardır sadece, ancak çalıştay rapor kitaplarını incelediğimizde her ne hikmetse yine çaydan başka bir bildiri göremiyoruz(?). Dışardan bakınca Rize de bir “çay kliği” vardır; bu kliği oluşturan koca koca bıçkın profesörler, kültür çalıştaylarına çay’dan başka bir konunun sızmaması için özel bir önem veriyorlar ve yine sanki şehrin bu pastasını kimseyle paylaşmayız, zaten pasta bize yetmiyor der gibiler. Oysa çay, tarımsal olduğu kadar endüstriyel bir üründür; onu paketleyip dünyanın dört bir yanına satmak mı yoksa dünyanın dört bir yanındaki insanları çay içmek için Rize’ye davet etmek mi  daha yerinde olur? Diğer taraftan yıllardır çayda üretim sınırlaması şeklinde kota uygulanmaktadır. Bir kaç yıl öncesine kadar (oranlama hâla aynı mıdır bilmiyoruz ancak) yeni ekim alanlarına izin verilmediği gibi yüzde yirmi kota uygulanıyordu; yani her üretici ailenin hasadı, dolayısıyla toplam yıllık çay hasadının %20’si zaten tarlada bırakılıyordu. O nedenle çay konusunda yapılacak bilimsel toplantıların zemini kültür çalıştayları olamaz. Yani bıçkın bilim adamlarımız gerçekten bilim yapmak istiyorlarsa, kültür çalıştaylarında havanda su dövmek yerine, kendi alanlarını hatırlayıp oralara dönmeliler.

Ülkemizde genellikle küçük illerin bir çıkmazı şeklinde yaşanan bu garip tanıtım planları, gerçekte kaynakların boşuna harcanmasından başka bir şey değildir. Bizde güzel bir deme vardır; “körler sağırlar birbirini ağırlar”. Peki; yaşanan bu garipliklerin sorumluluğu, daha doğru bir söylemle sorumsuzluğu kime aittir(?); bu bıçkın bilim adamlarına mı yoksa onlardan bir şeyler bekleyen (gerçekte ne beklediğini de bilmeyen) bürokrat ve idarecilerimize mi? Tüm bunlar, bizim, bürokrat ve idarecilerimizle düşünme yetisi, bilinç seviyesi ve anlayış bakımından çağdaş dünya’nın çok gerisinde olduğumuzu yüzümüze vurur niteliktedir. Aksi durumda şimdi Rize veya Artvin’de şu veya benzeri gelişmeler çoktan yaşanıyor olurdu:

-Rize ya da Artvin’de, bir“Tulum Araştırma ve Uygulama Enstitüsü” kurulmuş olabilirdi.

-Dünya’da milyonlarca dolarlık bir ekonomik paket olan tulum yapımcılığından,          yörenin ustaları da pay alıyor olabilirlerdi.

-Rize/Artvin’de, en azından birkaç ulusal ve uluslararası “tulum festivali”, “horon festivali” düzenleniyor, yörede bir çok aile işletmesi bu organizasyonlar sayesinde gelir elde ediyor olabilirlerdi.

-Yörede 13-15 yaşlarında, en küçük bir nûansı, 1/64’lük bir sesi bile pas geçmeden ancak hiç bir nota bilgisi olmayan onlarca genç öğrencimiz, tulumu gizlice öğrenmek, binbir zorlukla geliştirmek yerine müzik okur-yazarı ve yorumcusu olarak dünya müzik kültürüne katkı veriyor olabilirdi.

-Bu çalışmalar sayesinde horonlarımız dünya’nın bir çok ülkesine, binlerce meraklısına ve takipçisine ulaşabilirdi.

Beklenen yararlar ve kazanımlar bir çırpıda çalakalem yazılan bu maddelerden hiç şüphe edilmesin ki çok daha fazla olacaktır. “Tulum” ve “horon” kültürü bu sayılanları çok büyük bir çoşku ve heyecanla başarabilecek dinamizme sahiptir, yeter ki sahip olduğumuz hazinenin farkına varalım.

Not: Tulum konusunda; ayrı bir araştırma konumuz olan ve özellikle tulum yapımcılarını ilgilendireceğini düşündüğümüz başka bir yazımızı, “Tulum Derisinin İşlenmesi” adıyla bundan sonraki yazımızda vereceğiz.



[i][i]Tulumun bazı dillerde söylenişi; Dankiyo (Pont.Rum.), Guda (Laz.), Gayda (Eski Lat.-Bul.-Trakya Tür.-İng.-İskç.-İrld.), Gajdje (Makedon.-Arnav.), Gayde (Sırp.) Parakapzuk (Erm.), Gudastviri (Gürc.), Chiboni (Gürc.Artvin-Tür.), Shuvyr (Çerkez), Sahbr,Sahpar (ÇuvaşTür.), Duda (Macr.), Tuluğ (Az.Tür.), Sabuna (Yun.), Gaita (İsp.-Port.), Ney anban (Fars.). 

 

 
İletişim E-Posta: - Telefon:
 
Yorumlar
*** Yorum Yaz
Bu yazıya hiç yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapın.

Diğer Yazıları

Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
En iyi çalgı/saz hangi ağaçtan yapılır...
Çalgılarda aile kavramı...
Meslek eğitimi ve çalgı yapım bölümlerinde öğretim planları -2-
Meslek eğitimi ve çalgı yapım bölümlerinde öğretim planları -1-
Organoloji’nin Sefaleti
TULUM-II - (Derilerin Sepilenmesi/Tabaklaması)
Tulum (Gayda) ve sahip olduğu hazinenin farkında olmayan il...
Kendi geleneğini oluşturamadan müziğe yabancılaşan korolarımız…
Lutiyerlik & çalgı yapımcılığı geleneği ve mesleki örgütlenmenin önemi...
Çalgı Müzesi - Çalgılarımızın bir müzesi yok, ancak müzesinin enflasyonu çok!..
El sanatları neden değerlidir?..
Sedef ve sedefkârlık üzerine…
Diğer Yazarlar

Münih LMU Müzikoloji Enstitüsü’nde "Gültekin Oransay" rafı...
Kitabu İlmi'l-Musiki Alâ Vechi’l-Hurûfât'ın müellifi kimdir? -16-
Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
Fazıl Say'ın Feyzi Erçin'e desteği…
Nida Tüfekçi’nin Öğrencisi Olmak!..
Yazılarınızı bekliyoruz... Musiki Dergisi
Spor yazarı mı, müzik yazarı mı?..
Yeni YÖK’ün ve değerli başkanı Sn. Saraç’ın övgüye değer kararı: Müzik öğretmenliği açısından yapıcı bir değerlendirme…
Yirminci yüzyıl: İcracının çağı*...
Meragi niçin 24 şube dedi? Hurufilikten etkilendi mi?..
Çevrimiçi Türk Halk Musikisi Videoları: "Konma Bülbül Konma Nergis Daline"
Günün Sözü
Uyuyan, uyuyanı nasıl uyandırsın?..
(Şeyh Sadi Şirazî)
Yazarlar 
Röportajlar
Fırat Kutluk “Neden Müzik Dinleriz?“...
Ayhan Sarı - Kitabın adından başlayalım mı?  Buna bağlı olarak da kitabın sonunda müziği neden dinlediğimizin yanıtını veriyor musun? Fırat Kutluk - ...
»
»
»
Tarihte Bugün
Arşiv Arama
Facebook
Anasayfa
Site Haritasi
Sitenize Ekleyin
RSS Kaynagi
Hakkimizda
Reklamlar
Künyemiz
Facebook
Twitter
Bize Ulaşın
Copyright ©2013 - Tüm haklari sakli tutulmaktadir.
Bu sitede yayinlanan tüm resim, materyal ve içerigin telif haklari tarafimizca sakli olup izinsiz alinip kullanilamaz.
0.32ms
cheap jordans|wholesale air max|wholesale jordans|wholesale jewelry|wholesale jerseys