10 Eylül 1996’ da Türk Musıkîsi o güne kadar yetiştirdiği en büyük icracılardan birini kaybeder. O 20. yüzyılın son çeyreğinde Geleneksel Musiki’nin Alaeddin Yavaşca ve Kâni Karaca ile birlikte “üç büyük”olarak adlırılan solistlerinden biridir. Sesi kadar hançereüslup ve tavrıyla da bir mükemmeliyet sembolüdür ve günümüzde okuduğu eserlerle adeta icrânın mihenk taşı olmuştur.
Kendi dilinden anlattığı hayat hikâyesinde1936 yılında doğduğunu dini mûsıkî dalında ilk derslerini babası Hafız Hüseyin Efendi’den aldığını söyler. Özgeçmişini anlattığı hemen hemen her konuşmasının birinci paragrafında Babası yer alır ve onun ruhunu şu övgü dolu sözlerle yâdeder:
“…Hâsılı babam benim hem sebeb-i hayatım hem öğretmenim hem mürebbimhem de arkadaşım olmuştur…”[1]
35 yaşında başladığı Kuran-ı Kerim hıfzını beş yaşında tamamlar. Daha 6 yaşında iken bir çok makamı pratik olarak tanıyıp bir çok âbide eseri büyük bir beceri ile icra ettiğini anlatır.Artık o Mevlid ilâhi Durak Na’t Kaside Gülbank ve diğer dini musıki fomlarını maharetle icra etmektedir. İlkokulu bitirene kadar Kur’an tilâveti ve Kur’anla ilgili temel ilimlerin tahsilini yapar.
Dokuz yaşına geldiğinde ilk mevlid’ini bir cami kürsüsünde okur. On yaşında iken bestekâr Rakım Elkutlu ile tanışır ve iki sene ondan feyz alır ve onun bütün eserlerini öğrenir. taokula başladıktan sonra çok güzel bir sese sahip olan annesi Feride Hanım’dan şarkı fmuna ait bir çok eseri meşk eder. Artık yeterli alt yapıya sahiptir. Liseye başladığı yıl aynı zama Belediye Konservatuarı sınavını da kazanır ve profesyonelliğe ilk adımını atar.(KÖK dergisi Mart1982-sayı:13)
Yetişirken Münir Nureddin Selçuk ve Alâddin Yavaşca’dan oldukça etkilenir. Bu isimler dışında Mesud Cemil Şefik Gürmeriç Nevzat Atlığ ve Ferdi Statzer’ in de öğrencisi olur. Kendini iyice yetiştirdikten sonra eser icrâ edrken yaptığı nüanslar erişilmez bir güzellik gösterir.Tabii ki bunda küçük yaşta edindiği hafızlıktaki tilâvetinin de oldukça büyük bir payı vardır.
1959 yılında İzmir Radyosu’nun açtığı sınavı başarı ile verir ve “yetişmiş sanatçı” statüsünde göreve başlar. Yine o yıl içinde “solist” ve “birinci sınıf solist”kadrosunu alır. Aynı Radyo’da 1967 senesinde “stajyer sanatçılar”a öğretmen 1973’ de “Klasik Ko Şefliği”ne getirilir. O yıl Zakirbaşı İlhami EfendiManisalı Hafız Ahmed EfendiMübaşir Kemal Efendi ve Hafız İbrahim Efendi’ den Dini Türk Musıkisi fmundaki eserleri meşk eder uslup ve tavrını adeta mükemmel bir çizgiye getirir.
Onun bu vasfı yani tasavvuf musıkisinde ustalığı da özellikle verdiği salon konserlerindeki icralarıyla taya çıkar. Cumhuriyet dönemi boyunca hiçbir solistin cesaret edemediği “naat”ı 1978 yılında Niyazi Sayın ve Necdet Yaşar’ın eşliği ile 900 kişi huzurunda okur ve dinleyiciler naat’in haşmeti ile huşu içinde ve coşkuyla “Allah Allah”diye nidâ ederler.
Bekir Bey’in icradaki üstün ve erişilmez kalitesini en iyi anlatan cümlelerden biri de her halde şu ifadelerdir :
“…İsmail Dede’nin meselâ’Nihân ettim seni ey mehpâre cânımsın’ sözleriyle başlayan Sultâniyegâh bestesini evvelâ TRT arşivinden rastgele seçilmiş bir icradan veya Nevzat Atlığ Beyefendi’nin riyaset ettiği devlet kosundan dinledikten sonra bu defa Bekir Sıdkı Sezgin Beyefendi’nin icra tarzına ve hatta mümkünse koral icraattaki üslûbuna dikkat ederek mukayesede bulunmanız mümkün olsaydı neyi kasdettiğimi açıkça anlayacaktınız…”[2]
Allah göstermesin ama o eseri bir de divalardan mivalardan dinlememiz Bekir Bey farkını herhalde daha da bariz bir şekilde ortaya çıkaracaktır.
Radyodaki solistlik ve koro şefliği görevlerinin yanında açılışından itibaren Türk Musıkîsi Devlet Konservatuarı’nda öğretmenlik yapar ve 1980 senesinde bu TRT’den emekli olur. 1983 senesinde Doğu müziği çalışmaları yapmak üzere Hollanda’ da kurulan bir müzik şirketinin sanat müşavirliğini de yapar.
1981-82 yıllarında yayımlanan“Sanat ve Kültürde KÖK”isimli dergideki yöneticiliği ve yazarlığı ile de Türk Musıkîsi’ ne farklı bir açıdan hizmet eder.
1985’ de emekli iken özel bir statü ile yeniden İ.T.Ü.Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’na öğretim görevlisi olarak döner.
Son dönemlerinde Türk musıkîsinin yozlaşmasında önemli katkılarda bulunan piyasa müziğinin çığırtkanlarınca “sanat güneşi” olarak tanımlanan Zeki Müren ile Klâsik Türk Musıkîsinin son dönem içinde en otantik ve kusursuz icracısı olan Bekir Sıdkı Bey’in vefatları arasında takriben bir haftalık bir zaman aralığı vardır.
Ne kadar acıdır ki yazılı ve görsel medyanın şişirdiği bir Zeki Müren’ in cenaze töreni dönemin Kültür Bakanı’nın da katılımıyla bir âyine dönüştürülürken Geleneksel Musıkîmizin tartışmasız en büyük icracılarından birisi üstelik TRT’ ye uzunca yıllar emek vermiş bir büyük ismin ölüm haberi TRT’nin haber bültenlerinde birkaç saniyelik bir süre ile geçiştirilecektir. Buna rağmen Türk Musıkisi camiasının yoğun katılımıyla kılınan cenaze namazından sonra ebedî istirahatgâhı Karacaahmet’ e defnedilir.
Bu durum karşısında bir büyük musıki ustası isyanını şöyle ifade eder:
“..Bekir Sıtkı Sezgin bu ülkenin bir daha herhalde yetiştiremeyeceği çapta bir klâsik musıkî yumcusuydu.10 Eylül günü vefat etti. Haberiniz oldu mu veya olduysa nasıl oldu, hangi gazetede hangi TV’de… 24 Eylül günü ise Zeki Müren vefat etti. Ben ‘güneşi sönen’ medyaya bakınca her halde meclis tatil edilir millî yas ilân olunur bayraklar yarıya iner okullar kapanır TRT ‘ağırlaştırılmış yayın’a geçer (biz de böylece TRT’nin gözünde matem müziği olan Ruşen Kam yönetimindeki klâsik kolarla senfonik müzik dinleme imkânı bulabilir) diye bekledim…” [3]
Ölümünün ardından Türk basınında sayılı birkaç kalem de olsa onu hayırla ve övgü ile anarlar. İşte onlardan bazıları:
“…Bekir Sıtkı Bey Türk musıkîsini klâsik tavırla icra edebilen son birkaç büyük sanatkârdan biriydi.’Bu eser böyle okunmaz’ diye yakınıp ’peki nasıl okunurtarif et bakalım.’ itirazıyla karşılaştığımızda ’İşte Bekir Sıtkı Bey’ in icra ettiği gibi okunur.’ diyebilme imkânını kaybettik…
…Türkiye’nin en meşhuren önemli ve en mûteber icracılarından birinin ölümü nasıl olur da haber bültenlerini dolduran incir çekirdeğini doldurmaz onca fâsık haber arasında olsun birkaç cümlecik yer bulamaz; kâzip şöhretlerin birbirinin ensesine şaplak atmasını bile ‘flaş’ başlıklı altyazılarla başımıza kakan medya böyle bir haberi nasıl görmezden gelir..”[4]
Aynı yazar bir başka yazısında şöyle devam ediyor :
“…Zeki Müren’ den takriben bir hafta önce büyük ses ve uyum sahibi Bekir Sıdkı Sezgin’i kaybettik. Bekir Sıdkı Bey bölünmüşlüğün değil bütünleşmişliğin; tereddüdün değilkararınpopüler olanın değilgeleneğin sesiydi.Temsil ettiği değerleri hiç de rencide etmeyen mütevazı akislerle aramızdan ayrıldı.Klâsik tarz icrâdaki kudretihiç tartışma kabul etmez tarzda Zeki Müren’den üstündü….
…Bekir Sıdkı Bey gibi hayatında ve sanatında bütünlüğün sırrına erişmiş olanların dramı ise zannımcasanatkâr ruhların pek ihtiyaç duyduğu sevgi ve alâkadan hakkını yeterince tahsil edememekte yatıyor.
Sanatkârın parçaladığını sanat bütünleştiriyor galiba.”[5]
Beşir Ayvazoğlu ise onun ardından şunları yazıydu :
“…Evet o koca sanatkâr henüz genç denebilecek bir yaşta göçüp gitti tam tamına altmış yaşındaydı; fakat takvim yaşına sığmayacak büyük bir hayat yaşadığından mı nedir; son zamanlarda epeyce yaşlanmış görünüydu….
…Ama onun sesi ve tavrına sanki ‘ezelden âşinâ’ idim;aslında bu ses ve tavırda bütün bir medeniyet konuşuydu; binbir türlü saldırıya ve ihanete uğramış olmasına rağmen direnen bir medeniyet. O tegannî ve terennüme başladığı zaman ’gemiler geçmeyen umman’ın önünüzde bütün açıldığını hissediydunuz;ses ve ışıktan örülmüş bir kâinatta bir elmas yağmuru düşünün!..”[6]
Ayvazoğlu’nun dediği gibi o Osmanlı Müzik Tarihi’nin 15.yüzyıldan günümüze gelen periyodunda icra ettiği her eseri sanki Meragîler Itrîler Dedeler Nikoğos Ağalar Hacı Arif ve Şevki Beyler’ in zamanlarındaki otantikliği içinde falsosuz icra ederhakikaten müziğinini bir dini ritüel imişcesine dinletirdi.
TRT onun yıllarca mikrofonlarına okuduğu Türk Musıkîsinin en seçkin bestelerinin kayıtlarını saklamaya lüzum görmediği için ölümünden sonra Neyzen Sadrettin Özçimi ile Türk Musıkîsi Vakfı’nın tak girişimi ile özel koleksiyonlarda bulunan ve içlerinde Mevlid ve Naat gibi tasavvufî fomların da bulunduğu 45 eserlik 3 CD’nin yapımını gerçekleştirerek onun muhteşem yorumunun bir ölçüde gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir görevi yerine getirmiş olurlar.
Salih Zeki Çavdaroğlu
Bkz: https://ferahnak.wordpress.com/2017/09/10/vefatinin-21-senesinde-musikimizde-bir-ekol-icra-ve-uslup-abidesi-bekir-sidki-sezgin/